Özet
Teleskobun bilimsel amaçlarla kullanılması Güneş Sistemi’nin yapısına dair bilgimizi önemli ölçüde değiştirdi. On
dokuzuncu yüzyılın ortalarına gelindiğinde kadim dönemlerden beri bilinen beş gezegene iki yeni gezegen, bir düzine
asteroid ve onlarca uydu ilave edilmişti. Batı’da meydana gelen bu gelişmelere sırtını dönmeyen Osmanlı bilim çevreleri
bunları eserlerine yansıttılar. Ancak güncel bilginin aktarımıyla ilgili temel tez, bu aktarımın esasen modern eğitim
kurumları tarafından yapıldığı ve hızının da çok yüksek olmadığı yönündedir. Özellikle medrese çevresi söz konusu
olduğunda bu iddia daha da güçlü bir şekilde dile getirilmektedir. Literatürde modern dönemde keşfedilen iki yeni
gezegen olan Uranüs ve Neptün’den bahseden medrese çevrelerindeki ilk eserin 1857’den sonraki bir tarihte yazılan
Abdullah Şükrî b. Abdülkerim Konevî’nin (ö. 19. Yüzyıl) Tenkîhu’l-İşkâl’i olduğu ifade edilir. Bu, Uranüs için 76, Neptün
için ise en az 11 yıllık bir gecikme demektir. Bu makale Uranüs ve Neptün’den bahseden ilk çalışmaların modern
eğitim kurumları kökenli olmadığını ayrıca bilgi aktarımında sözü edildiği kadar gecikmenin meydana gelmediğini
göstermeyi amaçlamaktadır. Çalışmamızda Uranüs’ten bahseden ilk eserin medrese çevrelerinden Kuyucaklızâde
Muhammed Âtıf’ın (ö. 1263/1847) 1831’de kaleme aldığı Teshîlü’l-idrâk, Neptün’den bahseden ilk çalışmanın ise
yine medrese Hayâtîzâde Seyyid Şeref Halil’in (ö. 1267/1851) 1848 tarihinde basılan ancak 1847’de kaleme alınan
Efkâru’l-ceberût adlı eseri olduğu gösterilmiştir. Böylelikle üzerinde büyük oranda ittifak bulunan tezin bu örneklerden
hareketle sorgulanmaya başlaması umulmaktadır.