Özet
İbn Sînâcı isti‘dâd ve teheyyu’ teorisi, onun doğa felsefesinin en önemli unsurlarından biri olduğu ve Aris-
totelesçi dunamis anlayışına nispetle önemli yenilikler barındırdığı hâlde ikincil literatüre neredeyse hiç konu
edilmemiştir. İbn Sînâcı isti‘dâd teorisine dair doğru bir anlayışa ulaşmak üzere, bu makale, söz konusu kavram-
ları İbn Sînâcı zâti ve isti‘dâdî imkân ayrımıyla ilişki içerisinde ele almakta ve İbn Sînâcı doğal isti‘dâd teorisinin
Aristotelesçi dunamise nispetle ne tür dönüşümler gerçekleştirdiği sorusuna cevap aramaktadır. Bu bağlamda İbn
Sînâ’nın Aristoteles’in Yunanca-Arapça tercümelerinde görmemizin mümkün olmadığı isti‘dâd ve teheyyu’ terim-
lerini kullanırken, sadece yeni bir bilimsel jargona mı geçtiği, yoksa bu terimleri kullanmasına neden olan yeni bir
kavramsal çerçeveye mi sahip olduğu meselesi; Aristoteles’in dunamis-heksis ayrımı, Afrodisiaslı İskender’in doğal
güçler teorisi ve nihayet epitêdeiotês teriminin Yeni-Eflâtuncu şarihler Simplikios ve Filoponos’un elinde kazandığı
anlamlarla karşılaştırmalı olarak tartışılmaktadır. Buna göre İbn Sînâcı isti‘dâd ve teheyyu’ fiile yönelik tam bir
münasebet anlamını ifade eder ve Aristotelesçi dunamis-heksis teorisinde iki önemli dönüşüm gerçekleştirir. Bun-
lardan birincisi, doğal güçlerin birinci bilkuvvelikten birinci bilfiilliğe geçişi (oluş) esnasındaki farazi zorunluluğu
ortadan kaldırır ve “bilkuvvelik, şartlar uygun olduğu ve engel bulunmadığı sürece hareket aracılığıyla zorunlu
olarak bilfiil hâle gelir” önermesini, “bilkuvvelik, şartlar uygun olduğu ve engel bulunmadığı sürece, hareketler
aracılığıyla özelleşerek fiile yönelik tam bir münasebet elde eder” şekline dönüştürür. İbn Sînâ’nın yarattığı ikinci
dönüşüm ise doğal heksis anlayışıyla ilgilidir ve birincisinin gereği olarak ortaya çıkar. Burada İbn Sînâ, sınır se-
viyedeki nitelikler olan ve hiçbir şekilde fiille özdeşleşmeyen isti‘dâdların fiil ertesindeki tahakkukundan ibaret
olan hey’etleri fiilden keskin bir şekilde ayırır ve onları akledilir suretlerin duyulur gereklerine dönüştürür. Her iki
durumun ortak noktası, gücün, kaynağını Akıl’da bulan akledilir ilkeye bağlı olarak bilfiillik kazanması ve bizatihi
kâbilin hiçbir şekilde zorunluluk ima etmemesidir.